29 Temmuz 2013 Pazartesi

"ÖLÜM" GELMEDEN ÖNCE



                            "Keşke" demeden önce... 

                
                     Ölüm;  Yakın çevremizden geçmediği sürece bize o kadar uzak görünüyor ki.  Nedense ölüm, sanki hep başkalarının kapısını çalar, fakat bize hiç uğramayacakmış, sanki sonsuza dek  sürekli yaşayacakmışız gibi devamlı olarak birşeyleri erteleyerek yaşıyoruz.

Vazgeçmek istediklerimiz,
Yapmak istediklerimiz,

Söylemek istediklerimiz,

Dokunmak istediklerimiz,

Sevmek istediklerimiz
 
nedense hep erteleniyor. "Özür dilerim"ler,"Seni seviyorum"lar hep erteleniyor. Sonra  da bizden o çoook uzak olduğuna inanmak istediğimiz ölüm, yakın çevremizden birisinin kapısını çaldığı zaman, bir süreliğine de olsa yıkılıyor ve  sarsılıyoruz.

                     "İnanılmaz! Oysa daha dün birlikte konusuyor, gülüyorduk" diyoruz. Yaşama ve sevdiklerimize bakışımız birden degisiyor. Çevremizdeki herkesi yitirme korkusunu yaşamaya başlıyoruz.  Hatta her ölüm haberi geldiğinde sıranın birgün
bize gelebileceği endişesini de yaşıyoruz gizliden gizliye.
 "Yaşam ve ölüm arasında ince bir çizgi var ve hiç birimizin bir dakika sonrası için yaşama garantisi asla yok,  ve her an birbirimizi yitirebiliriz" diyerek, daha bir içten  sarılıyoruz sevdiklerimize. Ama maalesef, en sevdiğimizi yitirmedikçe, çarçabuk geçiyor
çevremizdeki ölümlerin acısı...

                    Bir süre sonra yine gereksiz tartışmalarla kırmaya başlıyoruz birbirimizi maalesef. Ve yine ilişkilere gösterdiğimiz özeni kaybediyoruz yavaş yavaş. Sanki O hep burada, hep yanımızda kalacak rahatlığıyla, onu ne kadar çok sevdiğimizi dile getirme
geregini birtürlü duymuyoruz. "O biliyor nasıl olsa ne kadar sevdiğimizi..." diyoruz.  Oysa bir gün, bir telefonla onu artık sonsuza dek yitirdiğinizi ögrendiğinizde ise yıkılıyoruz.  Ve ondan sonra "ah keşkeler" başlıyor. Ve haklı olarak o an kabullenmek istemiyorsunuz gerçeği. Kötü bir saka olduğuna inandırmak istersiniz kendinizi. Oysa bilirsiniz, onun sizi bu kadar çok üzecek şakalar yapmayacak kadar çok sevdiğini. "Hayır, kötü bir düş görüyorum, biraz sonra uyanacağım ve bu kabus sona erecek" dersiniz.  Kendinizi çimdiklersiniz ve o an gerçeğin dayanılmaz acısını hissedersiniz hemen yüreğinizde.
            O sabah hiç önemsiz bir nedenle, son görüşünüz olduğunu bilmeden ne kadar kırdığınızı ve onun haklı olduğunu bilmenize rağmen inadına özür dilemediğinizi anımsarsınız birden. Ve çok üzülürsünüz. "Ah keşke", "Ne olurdu bir dakika daha. Yalnızca bir dakika daha onunla olabilseydim ve kendisini ne kadar çok sevdigimi söyleyebilseydim keşke" dersiniz. Fakat artık sonsuza dek kaybetmişsinizdir onu. Ne özür dileme, ne de sevdiginizi söyleme sansınız vardır. Sadece  yaşam boyu yüreğinizde tasımak zorunda kaldığınız bu ağır yük vardır... En mutlu anlarda bile yüreğinizin bir köşesi sızlar. Böylesi bir acıyı yaşayan dosta ne söylenebilir ki... Sadece : "Acını paylaşıyorum"un, "çok üzgünüm" cümlelerinin havada asılı kaldığı  durumlarda ne diyebilir ki insan? Hiçbir şey dindiremez bu sızıyı.

                    Böylesi bir acıyı yaşamayan dostlara ise söylenecek bir tekşey var. O da:   Sevdikleriniz sizi bir yürek sızısıyla bırakıp gitmeden önce, hep güzel anılar bırakınız ardınızda...Size asla "keşke" dedirtmeyecek anılar...

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder