31 Temmuz 2013 Çarşamba

ÖNEMLİ ŞEYLER ==> ÖĞRENDİM

 

Sonunda  Öğrendim

 

 
 
***Her büyük başarının, bir zamanlar imkansız diye düşünüldüğünü öğrendim.
 
***Hayattaki en büyük çözümün, neyin önemli olduğuna karar verdikten sonra gerisini bir kenara bırakmak olduğunu öğrendim.


***Büyük riskler almadan, kolay kolay  kahraman olunmayacağını öğrendim.

***Değerli olan hiçbir şeyin, asla  mücadelesiz kazanılmadığını
öğrendim.

***Gerçekleştirilememiş hayallerin  acısının, acıların en kötüsü olduğunu
öğrendim.

***Ne kadar kısa olursa olsun, her yüzyüze karşılaşmanın ardında
bir şeyler bıraktığını  öğrendim.

***Bir gencin en büyük korkusunun, kalbinin kırılması olduğunu
öğrendim.


***Maalesef ilk gençlik yıllarının keder, şaşkınlık , ıstırap ve aşktan ibaret
olduğunu da öğrendim.


***İyi kalpli olmanın, mükemmel olmaktan daha önemli olduğunu
öğrendim.


***Tepki göstermenin, düşünmekten  daha çok  kolayımıza geldiğini
öğrendim.


***Yaşamın kimi zaman insana ikinci bir şans tanıdığını, fakat çoğu zaman da onu  iyi değerlendiremediğimizi öğrendim.
 

***Daha sonrs pişman olmamak için, sevdiklerimizden ayrılırken, daima sevgi dolu sözcüklerle ayrılmamız  gerektiğini öğrendim. Çünkü bu onları son görüşümüz olabilir.
 

***Küçük kararları aklımla, fakat büyük kararları kalbimle almam
gerektiğini öğrendim.


***Zor dönemlerde yıkılmanın,  yada güçlü çıkmanın benim elimde
olduğunu öğrendim.


***Yapılan hiçbir iyiliğin, hatta küçücük bir gülümsemenin bile  önemsiz olmadığını öğrendim...
 

***Dünya da sevmek ve sevilmenin  en büyük neşe kaynağı olduğunu
öğrendim.


***Bir iyiliği hatırlamak kadar, bir kötülüğü unutmanın da önemli
olduğunu öğrendim.


***Dolu dolu yaşanılan bir hayatın, ne kadar uzun yaşadığınla değil ama  ne kadar iyi  yaşadığınla ilgili olduğunu  öğrendim.
 

***İyimser olan insanların, kötümserlerden daha uzun yaşadığını öğrendim.
 

***Aşkın kalbimi kıracağını, ama buna değer olduğunu öğrendim.
 

***Mutluluğun parfüm gibi olduğunu öğrendim.Kendinize bulaştırmadan
başkasına veremiyorsunuz.


***Önemsiz konularda bile dürüst olmanın, asla önemsiz birşey olmadığını
öğrendim.


***Başarıya doğru direk çıkan bir asansör olmadığını, bunun için merdivenleri tek tek çıkmak gerektiğini  öğrendim. 

 

***Bir insan hakkında acele karar vermenin, insanı   kimi zaman çok sıkıntıya sokacağını, ama kimi zaman da,  çok hoş rastlantılardan ve ömür boyu sürebilecek harika bir ilişkiden  mahrum edebileceğini öğrendim.
 

***İnsanın inandığı şeyler üzerine  mücadele vermesi  gerektiğini öğrendim.
 

***Dostlar olmadan  geçen hayatın,çok tatsız-tuzsuz bir  hayat olacağını öğrendim.
 

***Mutlu olmak için başkalarına güvenirsem, ömür boyu hayal kırıklığına uğrayabileceğimi  öğrendim.


***Eğer sonunda kazanılacak birşey yoksa, boşuna  savaşılmaması gerektiğini öğrendim.
 

***Hergün birisine dokunmak gerektiğini öğrendim.İnsan oğlu elele
tutuşmaya, sıcak bir kucaklaşmaya yada sırta dost bir şablağa, yani
insanca bir temasa muhtaç.


***Sevginin  herzaman çok iyi bir yatırım olduğunu öğrendim. Kime verilirse
verilsin, büyük kar payları bırakıyor.


****Güzel bir duygunun, paylaşıldıkça daha da güzelleştiğini öğrendim.
 

***Şansı çok da fazla zorlamamak gerektiğini öğrendim.
 

***Önemli olan başkalarının benim için ne düşündükleri değil,benim
kendi hakımda ne düşündüğümün önemli olduğunu  öğrendim.


****Daha büyüğün her zaman daha iyi olmadığını ve hızlı gitmenin de
herzaman hızlı ilerleme olmadığını öğrendim.



***Çoğu insanın değişikliğe karşı koyduğunu,oysa çoğu zaman ilerlemeyi sağlayan  tek şeyin, değişiklik olduğunu öğrendim.
 

***Tatlı bir sözün,yapılmış bir iyilik olduğunu öğrendim. Çünkü etkilerinin
nerelere varacağı asla bilinmez.


***Kendimizi bildiklerimizin ötesine zorlarsak, büyüyebileceğimizi
öğrendim.


***Ve öğrenmem gereken daha çok şeyin var olduğunu öğrendim.

 
***Evet! Daha öğrenecek çok şey var. Mesela, hayatın basit zorluklarına 
katlanılması gibi...

UYAN ARTIK TÜRKİYE'M!...

 

İNŞALLAH çok geç olmadan uyanırız

Gerçekten de tüyler ürpertici bir durum..İzleyince tüylerim diken diken oldu.Bu vidyoyu
her Türk evladının izleyip ona göre davranması gerekir...Hep beraber uyanalım ve amerika ve israil gavurlarının oyununa daha fazla kanmayalım artık.
Lütfen paylaşalım, herkes seyretsin,
herkezin haberiolsun...

30 Temmuz 2013 Salı

ÖĞRENDİM Kİ...

 
 

ÖĞRENDİM  Kİ...

 


                                           ÖĞRENDİM  Kİ...


  
> Hiç kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız,
> Sadece kendinizi sevilecek bir insan yapabilirsiniz.
>  Sonra gerisini karşı tarafa bırakırsınız.

> Öğrendim ki....
> Bir insanın güvenini kazanmak yıllar alıyor fakat yıkmak  ise sadece bir dakika.

> Öğrendim ki....
> Bir insanın hayatında nelere sahip olduğu değil, kiminle olduğu önemli...

> Öğrendim ki....
> Sevimlilik yaparak belki 15 dakika kazanmak mümkün.
> Ama sonrası için birseyler bilmeniz gerek.

> Öğrendim ki....
> Kendini en iyilerle kıyaslamak değil ama kendi en iyinle kıyaslamak
> sonuçverir.

> Öğrendim ki....
> İnsanların başına ne geldiği değil, o durumda iken ne yaptıkları önemli

> Öğrendim ki....
> Ne kadar küçük dilimlersen dilimle, her şeyin ve her işin mutlaka iki yüzü vardır.

> Öğrendim ki....
> Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek, çünkü hangisi son görüşme olacak bilemezsin.

> Öğrendim ki....
> "Bittim" dediğin andan itibaren pilinin bitmesine daha çok var.

> Öğrendim ki....
> Sen tepkilerini kontrol edemezsen, tepkilerin hayatını kontrol etmeye başlar.

> Öğrendim ki...
> Kahraman dediğimiz insanlar, birşey yapılması gerektiğinde,
> Yapılması gerekeni, şartlar ne olursa olsun yapanlardır.

> Öğrendim ki....
> Affetmeyi öğrenmek, ancak deneyerek oluyor.

> Öğrendim ki....
> Bazı insanlar sizi çok seviyor, fakat maalesef bunu size nasıl göstereceğini    bilemiyor.

> Öğrendim ki....
> Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz de, bazıları hiç karşılık vermiyor.

> Öğrendim ki....
> Para ucuz, fakat başarı pahalı.

> Öğrendim ki...
> En iyi arkadaşla sıkıcı an  kesinlikle olmaz.

> Öğrendim ki....
> Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüğün bazıları, seni kaldı
rmak için
> elini uzatır.

> Öğrendim ki....
> Çoğu zaman iki insan aynı şeye baktığı halde, tamamen farklı şeyler görebilirler.

> Öğrendim ki....
> Aşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çesidleri vardır.

> Öğrendim ki....
> Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar, daha uzun yol yürür.

> Öğrendim ki....
> Bazen hiç tanımadığın insanlar, iki saat içinde senin hayatını aniden değistirir.

> Öğrendim ki....
> Anlatmak ve yazmak, çoğu zaman ruhu rahatlatır.

> Öğrendim ki....
> Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır.

> Öğrendim ki....
> Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasındaki çizginin nereden
> geçtiğini bulmak zor.

> Öğrendim ki....
> Gerçek arkadaşlar arasına asla mesafe girmez. Ve tabiki gerçek aşkların da!

> Öğrendim ki....
> Tecrübenin yaş ile hiçbir ilgisi yok. Daha çok ne tür
> deneyimler yaşadığınızla ilgisi var.

> Öğrendim ki....
> Aile herzaman  insanın yanında olmuyor.

> Öğrendim ki....
> Akrabanız olmayan insanlardan bile ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz

> Öğrendim ki....
> Ne kadar yakın olurlarsa olsunlar, bazen en iyi arkadaslar da ara sıra  sizi üzebililer. Onları  herzaman affetmek gerekir.

> Öğrendim ki....
> Bazen başkalarını affetmek yeterli gelmiyor. Bazen insanın kendisini de affedebilmesi gerekiyor.

> Öğrendim ki....
> Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın, dünya sizin için dönmesini asla
> durdurmuyor.

> Öğrendim ki....
> Şartlar ve olaylar, kim olduğunuzu etkilemiş olabilirler. Fakat ne olduğumuzdan
> sadece biz kendimiz sorumluyuz.

> Öğrendim ki....
>  Eğer iki kişi münakaşa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.

> Öğrendim ki....
> Sevgiyi çabuk kaybedebiliyorsun, fakat  maalesef pişmanlığın uzun yıllar sürüyor...

                        

29 Temmuz 2013 Pazartesi

ÖNEMLİ DEĞİLDİ!.. EĞER...



 
 

Önemli olmazdı...


Arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer,
O kadar da önemli olmazdı, bırakıp gitmeler.
En güzel yerde başlatılmasaydı eğer,
Dayanılması o kadar da zor olmazdı, büyük ayrılıklar.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
Yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.
 
 Eğer çalınan, birinin kalbiyse,
 Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık.
 
İnsan bütün derilerden soyunabilseydi eğer,
Korkulacak bir yanı olmazdı ozaman aşkların.
 
Hiçbir zaman duyulmasaydı eğer,
O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses.
 
Kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer,
Daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar.
Öylesine delice bakmasalardı eğer,
Belirsizliğe yelken açardı  zamanla, iri ela gözler.
 
Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.
Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.
Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.
Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.
Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
İçtiğimiz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

 

"ÖLÜM" GELMEDEN ÖNCE



                            "Keşke" demeden önce... 

                
                     Ölüm;  Yakın çevremizden geçmediği sürece bize o kadar uzak görünüyor ki.  Nedense ölüm, sanki hep başkalarının kapısını çalar, fakat bize hiç uğramayacakmış, sanki sonsuza dek  sürekli yaşayacakmışız gibi devamlı olarak birşeyleri erteleyerek yaşıyoruz.

Vazgeçmek istediklerimiz,
Yapmak istediklerimiz,

Söylemek istediklerimiz,

Dokunmak istediklerimiz,

Sevmek istediklerimiz
 
nedense hep erteleniyor. "Özür dilerim"ler,"Seni seviyorum"lar hep erteleniyor. Sonra  da bizden o çoook uzak olduğuna inanmak istediğimiz ölüm, yakın çevremizden birisinin kapısını çaldığı zaman, bir süreliğine de olsa yıkılıyor ve  sarsılıyoruz.

                     "İnanılmaz! Oysa daha dün birlikte konusuyor, gülüyorduk" diyoruz. Yaşama ve sevdiklerimize bakışımız birden degisiyor. Çevremizdeki herkesi yitirme korkusunu yaşamaya başlıyoruz.  Hatta her ölüm haberi geldiğinde sıranın birgün
bize gelebileceği endişesini de yaşıyoruz gizliden gizliye.
 "Yaşam ve ölüm arasında ince bir çizgi var ve hiç birimizin bir dakika sonrası için yaşama garantisi asla yok,  ve her an birbirimizi yitirebiliriz" diyerek, daha bir içten  sarılıyoruz sevdiklerimize. Ama maalesef, en sevdiğimizi yitirmedikçe, çarçabuk geçiyor
çevremizdeki ölümlerin acısı...

                    Bir süre sonra yine gereksiz tartışmalarla kırmaya başlıyoruz birbirimizi maalesef. Ve yine ilişkilere gösterdiğimiz özeni kaybediyoruz yavaş yavaş. Sanki O hep burada, hep yanımızda kalacak rahatlığıyla, onu ne kadar çok sevdiğimizi dile getirme
geregini birtürlü duymuyoruz. "O biliyor nasıl olsa ne kadar sevdiğimizi..." diyoruz.  Oysa bir gün, bir telefonla onu artık sonsuza dek yitirdiğinizi ögrendiğinizde ise yıkılıyoruz.  Ve ondan sonra "ah keşkeler" başlıyor. Ve haklı olarak o an kabullenmek istemiyorsunuz gerçeği. Kötü bir saka olduğuna inandırmak istersiniz kendinizi. Oysa bilirsiniz, onun sizi bu kadar çok üzecek şakalar yapmayacak kadar çok sevdiğini. "Hayır, kötü bir düş görüyorum, biraz sonra uyanacağım ve bu kabus sona erecek" dersiniz.  Kendinizi çimdiklersiniz ve o an gerçeğin dayanılmaz acısını hissedersiniz hemen yüreğinizde.
            O sabah hiç önemsiz bir nedenle, son görüşünüz olduğunu bilmeden ne kadar kırdığınızı ve onun haklı olduğunu bilmenize rağmen inadına özür dilemediğinizi anımsarsınız birden. Ve çok üzülürsünüz. "Ah keşke", "Ne olurdu bir dakika daha. Yalnızca bir dakika daha onunla olabilseydim ve kendisini ne kadar çok sevdigimi söyleyebilseydim keşke" dersiniz. Fakat artık sonsuza dek kaybetmişsinizdir onu. Ne özür dileme, ne de sevdiginizi söyleme sansınız vardır. Sadece  yaşam boyu yüreğinizde tasımak zorunda kaldığınız bu ağır yük vardır... En mutlu anlarda bile yüreğinizin bir köşesi sızlar. Böylesi bir acıyı yaşayan dosta ne söylenebilir ki... Sadece : "Acını paylaşıyorum"un, "çok üzgünüm" cümlelerinin havada asılı kaldığı  durumlarda ne diyebilir ki insan? Hiçbir şey dindiremez bu sızıyı.

                    Böylesi bir acıyı yaşamayan dostlara ise söylenecek bir tekşey var. O da:   Sevdikleriniz sizi bir yürek sızısıyla bırakıp gitmeden önce, hep güzel anılar bırakınız ardınızda...Size asla "keşke" dedirtmeyecek anılar...

 

28 Temmuz 2013 Pazar

BİR ÇOCUĞUN GELİŞİMİNDE OYUNUN ÖNEMİ VE ANNE-BABA TUTUMU



 

Çocuk için oyunun önemi ve anne-baba tutumu

 

                Bir anne-babanın çocuğuna vereceği ilk ve en önemli şey sevgidir. Anne-babalar çocuklarını daha dünyaya getirmeden önce biraz olsun kendilerini eğitmeli  ki bu çok önemli;( örneğin dergi, kitap, ana-baba okulları,TV, internet vs.), yayınları takip ederek çocuk yetiştirme sanatını öğrenmeleri gerekmektedir.  Çünkü yeni dünyaya gelecek olan çocuğun her türlü sorumluluğuna daha doğmadan her an hazır olmalıdırlar. Her anne-baba çocuğunu sever, doğumundan itibaren tüm imkânlarını kullanarak ona birşeyler öğretmeye, en iyiyi ve en güzeli vermeye çalışırlar.

             Oyun ise, çocuğu yetişkin hayata hazırlayan en önemli ve etkili yoldur. Hiç şüphesiz ki çocuğun en önemli eğitim araçları, onların oyuncaklarıdır. Oyun ile insan ilişkileri, yardımlaşma, konuşma, bilgi edinme, deneyim kazanma, psiko-motor gelişimi, duygusal ve sosyal gelişimi etkilediği gibi, zihin ve dil gelişimini de oldukça yakından etkiler. Yetişkinlerin gözüyle bakıldığında oyun, çocuğun eğlenmesi, oyalanması, başlarından savmak için bir uğraşmış gibi  görülebilir, oysa oyun, çocuk için çok ciddi bir iştir.  Çünkü çocuk oynadıkça her türlü becerileri artar ve yetenekleri gelişir. Ve böylece çevresini, bilinmeyenleri tanır, kendisi için anlaşılır duruma getirir.

               Çocuk oyun oynarken özgürdür, kuralları kendisi koyar, kendisi bozar, yetişkinlerin bunda kısıtlamaları olamaz. 3-6 yaş arası, çocuğun en önemli dönemlerinden biridir. Öğrenmek için durmadan soru sorar: "bu neden, niçin, nasıl?" sorularına herzaman anlayacakları dilden bir cevap isterler. Çünkü o an için onlarda  öğrenme açlığı mevcuttur, herşeyi bilmek  ve öğrenmek isterler. Çok enerjiktirler, yorulmak nedir hiç bilmezler. Lütfen anne-babalar olarak onları anlayın, her sorusunu büyük bir sabırla ve doğru olarak yanıtlayın, yanıtlarınız kısa, net ve onların anlayacağı şekilde olsun,çünkü bu onlar için gerçekten çok önemlidir. 

               Çocuklar oyuncaklarla oynamayı  çok severler, ancak, oyuncakların, iyi davranışların karşılığında ödül, anne-baba sevgisinin bir kanıtı olarak kullanılması kesinlikle yanlış olup, şiddetle kaçınılması gereken bir durumdur. Oyuncaklar, çocuk gelişiminde büyük bir yer tutarlar, fakat size sarılmaz, sevmez ve öpemezler. İşte onun için, ne kadar meşgul olursanız olun, çocuğa ayıracak olduğunuz birkaç zaman diliminde onunla sohbet etmeniz, ona sarılmanız, yerlerde yuvarlanmanız, onun oyuncakları ile oyun oynamanız, onu gerçekten de çok mutlu edecektir. Okulda, ertesi günü keyifle arkadaşlarına, öğretmenine veya diğer başka kişilere anlatacak olduğu bir an yaşatacaksınız ona. Çocuğunuza "lütfen" demeyi daha küçükken öğretin. Siz onun oyuncağının yerini değiştirirken veya alırken izin isteyin. Çünkü bütün çocuklar, kurdukları oyunlarda hep büyükleri taklit ederler. Yaptığınız her olumlu davranış, ona iyi  yönde, her olumsuz ve kötü davranış da, kötü yönde etki edecektir.

            Asla başkaları ile onu kıyaslayıp üzmeyin, çünkü "o" kendine özgü bir bireydir. Yaptığı her doğru davranış için onu sözleriniz ve sevginizle,ama mutlaka ödüllendirin. Genelde 3-5 yaşında ana okuluna gidecek olan çocuklar sabırsız ve heyecanlıdırlar. Onlara karşılaşacakları olayları olabildiğince somut  ve anlayacakları bir şekilde anlatın. Orada eğlenebileceğini, yeni arkadaşlar edinebileceğini açıklayın; çocuğunuza  daiam pembe tablo çizmeyin. Belki ağlayacağını, ağlayan çocuklar olabileceğini, karşılaşabileceği olumlu-olumsuz şeyleri anlatın. Okul bitiminde onu alacağınızı söylemeyi unutmayın, ve mutlaka o saatte de orda olun.

              Genelde çoğumuz, çok iyi niyetlerle çocuğumuzun herkesten önce okuma-yazmayı öğrenmesini isteriz; ve ona öğretme yoluna gideriz. Ama kesinlikle hiç bir anne-baba öğretme konusunda zorlayıcı olmamalı, bu tür davranışlar onun öğrenme sürecini geliştirmekten uzak olup, anne-baba ve çocuk ilişkisini zedeleyecek niteliktedir. Anne-babalar bu tür davranışlarda bulunarak kendi egolarını tatmin etmek  amacındadırlar. (Çocuğumuzda bulunan bazı özel durumlar hariç olup yine de eğitimcilerin yönlendirmesi daha doğru olur). Herzaman gündeme gelen, sorulan sorulardan bir diğeri de çocuğum okulda olan yaşantıları hakkında konuşmak istemiyor?

              Okul, onların özel hayatının bir parçasıdır. Onu herzaman anlayışla karşılayın, kesinlikle zorlayıcı olmayın ama yine de takipçi olup, sohbet anında bazı sorular sorarak onunla ilgilendiğinizi belli edin, bu onu çok mutlu edecektir. Sabırlı ve açık olun...

             Sonuç olarak;"3-6 yaş arası çocukluğun en önemli dönemidir" demiştik. Bu nedenle haklarına saygılı olun, onu anlamaya çalışın; konuşurken arkanızı dönmeyin, onun yüzüne bakın ve göz temasında bulunun, onun seviyesinde çömelin ya da oturun, aynı seviyeye gelmeye özen gösterin. İstediği herhangi bir şey size ters geliyorsa: -"bunu istiyorum - sebebi bu, veya şunu istemiyorum-sebebi şu".... diye açıklama yaparak tercihi ona sunun. Hiç birimizin elinde sihirli deyneği yok, ne eğitimcilerin ve ne de anne-babanın...

          Her ne sorun ile karşılaşırsak karşılaşalım, sabır ve sevgi ile iyi insan ilişkilerinin temel harcını atmış olacaksınız...

 


BİR BABANIN ÖĞRETMENE MEKTUBU




 
 

Bir babanın, oğlunun öğretmenine yazdığı mektup

 
 
                    Oğlumun Öğretmenine;
             Oğlumun  öğrenmesi gerekli, biliyorum; öğret ona, tüm insanların dürüst ve adil olmadığını. Fakat şunu da öğret ona ki; her alçağa karşılık bir kahraman,  her düşmana karşılık da bir dost olduğunu. 
             Biliyorum zaman alacak. Fakat eğer öğretebilirsen ona, kazanılan bir liranın,  yerde bulduğu en güzel şekerden daha değerli olduğunu öğret. Kaybetmeyi öğrenmesini de öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duyup sevinmeyi. Kıskançlıktan çok uzaklara yönelt onu. Ve eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini de öğret ona. Bırak erkenden öğrensin, zorbaların aslında sadece görünüşte galip olduklarını.
            Eğer yapabilirsen, ona kitapların mucizevi özelliklerini de öğret. Fakat bazen, ona sessiz zamanlar da tanı. Gökyüzündeki uçan kuşların, kelebeklerin harika danslarının,  güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil çayırlardaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar ver ona. 
           Okulda iken herhangi bir  hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu bir davranış olduğunu ögret ona. Herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi,  kendi fikirlerine inanmasını öğret. Nazik insanlara karşı daha nazik, sert olanlara karşı ise  makul ve mantıklı olmasını öğret ona.
           Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma. Ve tüm insanları dinlemesini de öğret ona. Fakat  herzaman, tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğretmelisin ona.
           Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasil gülümseyeceğini öğret ona. Ağlamanın ve gözyaşlarının utanılacak birşey olmadığını da öğret.  Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret. Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona. Ve eğer gerçekten kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa, dimdik durup savaşmasını ve kendisini savunmasını öğret.
            Ona  herzaman nazik ve iyi davran, ama onu asla kucaklama. Çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır. Bırak ta varsın sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun. Bırak cesur olacak kadar  da sabretmesini öğrensin. Ona her zaman, kendisine  ve kendisini yaradanına karşı derin bir inanç taşımasını öğret.  Çünkü böylece, insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.
           Evet öğretmen bey, bu senden istediklerimin çok zor şeyler olduğunu biliyorum. Bu  gerçekten de  büyük bir taleptir. Fakat bir bak bakalım, artık ne kadarını yapabilirsen okadar iyi.
 
 

27 Temmuz 2013 Cumartesi

HENÜZ 14 YAŞINDAYDIM



 
 

Onunla tanıştığımda daha henüz 14 yaşındaydım

 
                   Onunla tanıştığımız zaman ben daha 14 yaşına yeni girmiştim, o ise benden oldukça yaşlıydı.  Hayatına giren ilk kişi de değildim ve sonuncusu da olmayacaktım hiç kuşkusuz,adım gibi biliyordum.
                 Herkes bu beraberlik için daha yaşımınn çok küçük olduğunu
düşünüyordu.  Fakat aslında hiç bir zaman yaşınızınn uygunluğu söz konusu olamazdı böyle bir ilişkide...
 
                  Tabi ilk önceleri sadece yakın arkadaşlarımla paylaştım bu küçük sırrımı.  İlkbaştan sadece gönül eğlendiriyordum onunla ( ama ne kadar da aptal olduğumu sonradan anladım...) Aileme de
anlatamazdım ki. Sanırım "kıyametin kopması" diye adlandırılan durum, olanca gerçekliği ile çıkardı karşıma.  Mecburen gizledim ve gizlendim...
                     İlk başlarda çok seyrek buluşuyorduk. Fakat daha sonraları buluşmalarımızın sayısı oldukça arttı. Gönül eğlendirmek demiştim ya, büyük palavra. Çok zaman geçmesine  de gerek
kalmamıştı hayatımdaki kapladığı yeri anlamam için. Evet, onu seviyordum, hem de çok. Ama yine de, aklımda hep aynı düşünce vardı: "Evet onun tutsağı değilim ve istediğim zaman terk edebilirdim." Buyurun size ikinci büyük palavra.  Ne kadar da aptalmışım... Ne
zamanla hayatımın her safhasına yerleşmesini fark etmem yetti onu terk etmeme, ve ne de annemin bizi yakalaması. Aslında bizi yakaladı demem yanlış olur.  Daha doğrusu izlerimizi buldu, ardında bıraktıklarını gördü. Lakin kızmadı, bağırmadı, sadece kısa bir nasihat çekti, hepsi o. Çünkü biliyordu,  buluşmamızı yasaklamasının  hiç bir şeyi değiştirmeyeceğini. O zamana kadar gizli devam
ediyordu, yine gizli kalabilirdi ne de olsa.
                     Zaman geçtikçe birbirimize daha çok  bağlandık ( Alın size palavra üç... Aslında ben ona bağlandım, o bana hiç bağlanmadı,hatta onun umurunda bile değildim).
                       Şu an dönüp geriye bakıyorum da, 15 uzun yıl geçti ve veren taraf hep ben oldum. O ise bana sahte mutluluklar verdi sadece, bense her şeyimi. Hayatta canımı vereceğim tek o oldu desem, abartmış olmazdım herhalde.  Ben onun için kavga ettim, onun yüzünden hastalandım, ama hiç bir zaman ayırmadım yanımdan, maalesef ayiramadim...
                     Oysa biliyordum nelere yol açtığını, görüyordum. Yani anlayacağınız bile bile ladesti benimki.  Bu hayatta önce onu sevmeyi öğrendim, sonra nefret etmeyi. Beraber olmayı istemediğim anlarda bile yanımda olmaya devam ettiğini gördüm. İrademi yerle bir ettiğine, beni kendimle karşı karşıya getirdiğine şahit oldum çoğu zaman. Onun yüzünden başkalarını kırdım, fakat en çok bendim kırılan aslında... 
                     İnsanlarla aramı bozdu. Arkadaşlarım
ondan nefret etti çoğu zaman. Hatta öyle oldu ki, ben bile tiksindim bazen, ondan, bedenime ve ruhuma sinen kokusundan. Dudaklarımın her dokunuşunda, ben onun ruhundan çalıyordum, o ise benim bedenimden. Ama ne yapabilirdim ki, tutulmuştum birkere. O her seferinde yeniliyordu kendisini, ama ben gittikçe kötüleşiyordum maalesef. Ama bir türlü terk edemedim kendisini...
                 Aslında bir kaç kez denedim ayrılmayı. Ama her seferinde de dönüşüm bir öncekinden çok daha güçlü oldu. Yokluğunda kıvrandım hasretinden, alışmaya çalıştım, ama asla aklımdan atamadım. Uzun ve stresli geceler geçirdim herzaman. Tırnaklarımı yedim, yetmedi kuruyemişe başladım.  Ondan biraz ayrılmam bana kilo aldırdı desem inanmazsınız. Ve ben hep geri döndüm. Hatta inanmayacaksınız ama şu an bile hala yanımda.
                        Ama yine de yeminle söylüyorum  burada, hepinizin önünde:
                "Bir gün mutlaka bırakacağım, bu kahrolasıca sigarayı."...

26 Temmuz 2013 Cuma

SEVMEK Mİ İSTİYORSUNUZ!?...







               Gerçekten birini sevmek istiyor musunuz? O halde dikkatle okuyun!...

       
Tam göğsünüzün ortasında bir yeriniz acıyacak...

Evinizin, sizi içine sığdıramayacak kadar dar oldugunu fark edeceksiniz...

Ve duramayacaksınız, Sokağa fırlayacaksınız...

 Ama nafile...Sokaklar da size dar gelecek...

Tıpkı vücudunuzun yüreğinize dar geldigi gibi...

 Ne pırıl pırıl gökyüzü, ve ne de denizin mavisi açacak içinizi,...

Adeta kendinizi taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, fakat bir yandan da kaybolacak kadar küçüldüğünüzü zannedeceksiniz...

Birileri durmadan size bir şeyler anlatacak ...

 ''Bosver, her sey unutulur.'' ''Önemli olan saglik.'' ''Yasamak güzel.'' diyecekler. Fakat siz bunların hiçbirini duymayacaksınız...

Bazen ağlayacaksınız,hem de nasıl...Adeta gözyaşlarınızdan etrafı göremez hale geleceksiniz.

 Bazen de, O'ndan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, fakat az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksiniz...

Hiç durmadan  ondan konuşmak, ondan bahsetmek isteyeceksiniz...

Hatta öyle olacak ki; ''Ölüme çare bulundu'' ya da ''Yarın kıyamet kopacakmış'' deseler, başınızı kaldırıp ''Ne dedin?'' diye sorma gereği duymayacaksınız...

Sürekli olarak yalnız kalmak, hep onunla ilgili güzel hayaller kurmak  isteyeceksiniz...

Geçmişi düşüneceksiniz... Neredeyse dakika dakika... Ama tabiki kötüleri atlayarak...

Onunla  beraber geçtiğiniz yerlerden geçmek isteyeceksiniz...  Beraber gittiginiz yerlere gitmek...

Fakat bu size hiç iyi gelmeyecek... Ama  yine de, bile bile yapacaksınız...

Biri size dese ki  -" İçinizdeki acıyı söküp atabilirim", bunu asla istemeyeceksiniz, ondan kaçacaksınız...

Aslında kurtulmak istediğiniz halde, bunu asla yapmayıp, o acıyı yaşamak için direneceksiniz.

Ve hayatınızın geri kalan kısmını,  sürekli onu düşünerek geçirmek isteyeceksiniz...

Aksini iddia edenlerden  ise nefret edeceksiniz...

Herkesi ona benzeticek,  ama...

Kimseyi onun yerine koyamayı düşünemeyeceksiniz...

Hiçbir şey oyalayamayacak sizi...

Hatta öyle olucak ki, ilaçlara sığınacaksınız... Birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla onu unutturmayan... 

Sanki bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek sana... Boğazınız düğümlenecek, daha fazla dinleyemeyeceksiniz...

Uyumak  çok zor olucak sizin için, fakat uyanmak kolay olacak...

Sabahı iple çekeceksiniz adeta... Bazen de ''Hiç günes dogmasın'' diyeceksiniz.

Ne geceler rahatlatacak sizi, ve ne de gündüzler...

Ölmeyi isteyecek, fakat ölemeyeceksiniz...

Belki, çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak isteyeceksiniz...  Ama nafile... Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek size...

, "Ah bir gerçek olsa" diyeceğiniz rüyalar göreceksiniz... Her sıçrayarak uyandığınızda onun adını sayıkladığınızı fark edeceksiniz...

Telefonun çalmasını dörtgözle bekleyeceksiniz...  Üstelik aramayacağını bile bile... Her çaldığında  ise yüreğiniz nerdeyse ağzınıza gelecek...  Konuşurken ağlamaklı konuşacaksınız arayanlarla...

Yüreginiz burkulacak...  Caniniz yanacak...  Ve bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz...

 
Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinizden...

Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız... Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz...

Yaşadığınız şehri terk etmek isteyeceksiniz... Onunla hiçbir anınızın olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek...Çünkü herşey ve heryer, size daima onu hatırlatacak...

Ama "bir umut" diyeceksiniz... Belki  Onunla bir gün, bir yerde karşılaşma umudu... Sadece bu umut bile sizi gitmekten alıkoyacak...

Sürekli gel gitler içinde yaşayacaksınız...

Tabii buna yaşamak denirse...

Evet razı mısınız bütün bunlara?...Katlanabilecek misiniz?...

Sonunda ölüp ölüp dirilmeye hazır mısınız?...

O halde siz de sevebilirsiniz...

GELECEKTEKİ OLAĞANÜSTÜ TEKNOLOJİ

 
 

Gerçekten de olağanüstü bir teknoloji

Bakalım biz ogünleri görebilecek miyiz

HAVADAN DAHA HAFİF OLAN KATI MADDE

 

HAVADAN  DAHA  HAFİF  OLAN  KATI  MADDE:

AEROJEL

Gerçekten de inanılması güç birşey

GELECEĞİN CEP TELEFONU

 

Mozilla-Seabird


25 Temmuz 2013 Perşembe

MUTLULUK DEDİĞİMİZ ŞEY NEDİR?



 


                      GERÇEK MUTLULUK NEDİR?

         
             NEFİS ASLA DOYMAZ
                 Ünlü bir sufi öyküsüdür bu. Günün birinde bir gün bir imparator sabah gezintisi yaparken bir dilenciyle karşılaşır. Ve ona: " Ey dilenci, dile benden ne dilersen" der. Dilenci  ise güler ve :
"Sanki dilegimi gerçekleştirebilecekmiş gibi soruyorsunuz." Diye cevap verir. Kral bu cevaptan hiç hoşlanmaz, çok  alınır ve söyleşi şöyle devam eder... 
-"Pek tabii her dediğini yerine getirebilirim. Sen yeter ki ne istediğini  söyle; ne istiyorsun?" deyince, dilenci de ona:


    "- Sayın Kral hazretleri, lütfen söz vermeden önce iki kez düşünün efendim."der. O zaman imparator anlar ki bu dilenci sıradan bir dilenci değildir.  Bu nedenle imparator biraz şaşırmakla beraber, bastırır.
    "-Ne istersen pekala verebilirim. Ben güçlü bir imparatorum.  Senin isteyip te benim yerine getiremeyeceğim hiçbir dileğin olamaz" der.  Bunun üzerine dilenci, çanağını imparatora uzatıp: - "Şu benim çanağı istediğin herhangi bir şeyle doldurabilir misiniz acaba?" diye sorar. İmparator  güçlü bir kahkaha atar ve vezirine: -"Bu çanağı hemen altınla doldur" diye emreder. Vezir derhal verilen emri yerine getirir. Fakat garip bir şey olur;
Çanak dolup taşmakta ve hemen anında boşalmaktadır. Sanki paralar buhar olup uçmaktadır.
    İmparatorun onuru kırılır. Bir dilenci çanağını dolduramadığı kulaktan kulağa yayılır.
  Sonra da giderek pırlantalar, elmaslar,yakutlar, zümrütler velhasılı kelam, nekadar çeşit mücevharat varsa  akıtılır çanağa. Fakat nafile, sanki bu çanağın dibi yoktur. Yer, yutar ama boş kalır. İmparator sonunda yenik düştüğü anlamıştır. Dilenciye yalvarır:
      -"Tamam,  kabul ediyorum, sen kazandın. Dileğini yerine getiremedim, ama lütfen  bana söylermisin bu çanağın
neden yapılmış olduğunu" der. Dilenci de: 
-"Çok basit", diye cevaplar. -"İnsan dimağından yapılmıştır. Yani insanın arzu ve isteklerinden. Doymak ve dolmak bilmez oluşu bundandır. Eğer bu gerçeği bir kez kavrarsan yaşantın  tümden değişir. İstek dediğiniz şey nedir ki!  İstek  dediğiniz şey, kendisine ulaşılana kadar, belli bir süre heyecen veren bir duygudur".
                  Evet arkadaşlar, aynen öyledir... Örnegin; bir araba istersin...bir yat...bir ev...bir kadın... Yada kadınsan erkek!
Tek tek bunların her birini elde ettiginde ise, tümü anlamını yitirir. Neden mi?
             Çünkü artık beynin onlardan hazzını almıştır ve aklın  da onları dışlar. Mesela araba garajdadır ve artık istek
uyandırmamaktadır. Heyecen, onu elde ettiğinde sönüp gitmistir.

         Kadın yatağında ve para da cebindeyse, onlara erişmek için katlandığın yoğun istek yok oluverir. Gene boşluğa düşer,  Çünkü nefis asla doymak bilmez, daima  yeni birşey, yeni bir istek  bulmak zorunda kalırsınız.
            İstekler asla bitmez. İstekler doyumsuzluk uyandırır ve giderek dilenci olursun. Ve böylece, bir istekten bir diğerine çırpınıp durursun. Amacına ulaşır ulaşmaz bir yenisini istersin. İşte  isteklerin bu yönünü kavradığında hayatının dönüm noktasındasın demektir.
           Sürekli yolculuk hali asla iyi sonuç vermez. Geri dön...Evine dön... Seni mutlu edecek ögeleri dışında değil, kendi içinde ara!...