7 Ağustos 2013 Çarşamba

SEVGİ ÇEŞİTLERİ...





 

ÜÇ ÇEŞİT SEVGİ VARDIR

                     Bir yazar üçe ayırmıstı sevgileri..

             "Eğer" türü sevgi...Yani, seni severim, "eğer bana Ferrari alırsan"..."eğer bana ev alırsan"...gibi olan sevgi türleri.

             "Çünkü" türü sevgi...Yani, seni seviyorum.. "Çünkü, Ferrarin var"..."Çünkü evin var"...gibi olan sevgi türleri.

             "Çünkü" türü sevginin daha iyi olduğunu anlatmıştı yazar.. "Eger türü gibi şartta bağlı değildir. Sahip olduğu şeyler yüzünden insanın sevilmesidir. Güzel diye.. Yakışıklı diye.. Sanatçı, zengin diye .. Ünlü diye sevilmek insanın hoşuna gider hatta ..." demişti... Ama onu da elinin tersi ile bir kenara itmişti .Çünkü bu tür sevgi, genelde büyük bir stres yaşatırdı insana... "Ben bunlara sahibim diye seviliyorum.  Bunları kaybettiğim gün beni sevenler de kaybolur etrafımdan" korkusu getirirdi. Ve eninde sonunda da, eğer türü sevgi ile aynı kapıya çıkardı...Çünkü sevilen siz değildiniz... Sadece sahip olduğ
unuz ve kaybedebileceğiniz şeylerdi. Peki neydi bu gerçek sevgi?.. Yani asıl sevgi... Kutsal sevgi.. En güzel sevgi...

*** "Üçüncü tür sevgi, benim "Rağmen" diye adlandırdığım türdür, diyor yazar. Yani herhangi bir koşula bağlı olmadığı ve karşılığında da birşey beklenmediği için. "Eğer" türü sevgiden farklı bu... Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp,böyle bir seyin varlığını esas olarak almadığı için "Çünkü" türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan "Birşey olduğu için" değil de, "Birşey olmasına rağmen" sevilir. Şu güzelliğe bakar mısınız lütfen?... "Rağmen" türü sevgi.. Esmeralda, Qusimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever. Asil, yakışıklı ve zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına "rağmen" adeta tapar!..
 
            "Bir insan dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Fakat bütün bunlara 'rağmen' yine de  sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılasması şartı ile.." Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmisine "rağmen" oldugu gibi, o haliyle sevilebiliyor . Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor. Yazar "Yüreklerin en çok susadığı sevgi türü işte budur"diyor.Yani herşeye "Rağmen"... "Siz farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek , içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir." Bunun böyle olduğundan nasıl emin ?.. Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor.. "Şu soruma cevap verin" diyor. "Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek,elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz?..Kendi kendinize 'Yaşamamın ne yararı var ki' diye sormaz mıydınız?.." Devam ediyor yazar.. "Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladıgınızı bir düşünün.. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi?. O an da yaşam sizin için anlamsız olmaz mıydı?.." "Diyelim sıradan bir yaşamınız var.. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?.." diye soruyor ve yanıtlıyor: "Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar." Toyotome, hem de nasil iddiali savunuyor "Rağmen"sevgiyi.. "Bugün yasamınızı sürdürebilmenizin nedeni 'Rağmen' türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da birgün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır." Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome.. "Bugün yaşadığımız bu toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak çok zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var...Ve kimsede de başkasına verecek kadar fazlası yok" diye açıklıyor .. Anlatıyor.. "Ve her nedense, yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini beklerizgenellikle... Ama zaten, o da aynı şeyi bir başkasından beklemektedir."

................ Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?.. ............... "Dünyadaki en büyük kıtlık, 'rağmen' türü sevginin yeteri kadar olmayışıdır!.."(şartsız , zamanlı-zamansız, belki önceli ama sonrasız, herzaman gerçek sevgileri bulmanız umidiyle)...

6 Ağustos 2013 Salı

BİR SEDEF ÇİÇEĞİ HİKAYESİ...

                  

                                Gerçek Hayattan Bir Hikaye




 

SEDEF ÇİÇEĞİ

 

        Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı bir çiftin durumu içler acısıydı. Adam  inatçı bakışlarla suskun, Nine'nin ise ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları süzüyordu etrafını...Ve Hakimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına verdi, hakim...

       "Anlat  bakalım teyze neden boşanmak istiyorsun...?" dedi.

        Yaşlı kadın derin bir nefes aldıktan sonra, baş örtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı...

        "Bu herif yetti gari hakim bey evladım, 50 yıldır bezdirdi hayattan..." dedi. Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda... Sessizlik bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu, kimbilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından...

         Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, bakalım kadın neler diyecekti..Şimdi  herkes  susmuş, onu dinliyordu.. Yaşlı kadının gözleri doldu...Ve anlatmasına devam etti devam etti...

         "Bizim bir sedef çiçeğimiz vardı, çok sevdiğim... Ama o bilmez...50 yıl önceydi.. O çiçeği, bana verdiği çiçeklerin arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm..Yavrumuz olmadı, ben de onları yavrum bildim...Onlara yavrum gibi bakmaya başladım. Ama bir süre sonra çiçek
kurumaya başladı.  Ben de o zaman adak adadım... Her gece güneş açmadan önce bir tas suyla suluycam onu diye...İyi gelirmiş dedilerdi...50 yıl oldu, fakat bu herif bir gece olsun kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi... Taki geçen geceye kadar...o gece takatim kesilmiş..uyuyakalmışım...Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim hakim bey evladım... Hayatımı, umudumu, herşeyimi verdim...Ondan hiçbirşey göremedim..Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim.... Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."

           Hakim, yaşlı adama dönerek ;

          "Diyeceğin bir şey var mı baba" dedi.

          Yaşlı adam bastonla zar zor yürüyerek geldi kürsüye ve o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren bir yüz ifadesiyle hakime yöneldi.

          "Ben askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçevan olarak yaptım hakim bey, o bahçenin görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim... Fadimemi de orada tanıdım...Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden büketler yapıp verdim...Şimdi o çiçeklerle doludur bahçesi...Kokusuna taptığım perişan eder yüreğimi...İlk evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime götürdüydüm...O zaman
hekim bana dediydi ki: "Eğer çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir, daha çok kötüleşir...Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin" dedi... Ama hekimi pek dinlemedi, bizim hatun...lafım da geçmedi...Ve o günlerde tesadüfen bu çiçek
kurudu...Ben de ona: "gece sularsan geçer" dedim..Adak dilettim...Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim... O sevdiğim kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim...Sanki her gece o çiçek ben oldum...Ona bu yüzden tapabilirdim..." dedi adam o yaştaki bir adamdan beklenmeyecek
ifadelerle...

           "Her gece O yattıktan sonra uyandım... Ve saksıdaki suyu boşalttım...Çünkü Sedef çiçeği  gece sulanmayı sevmez, hakim bey..Geçen gece de... Yaşlılık işte... Ben de uyanamadım... Ve uyandıramadım kadınımı...Çiçek susuz kalırdı amma , kadınımın boynu yine azabilirdi... Suçlandım...Ama sesimi çıkartamadım..." dedi  büyük bir üzüntüyle. 

          O an Mahkeme salonunda herşey sustu...

          Ertesi sabah ise, gazeteler "Sedef susuz kaldı" diye yine yalnızca neticeyi haber yaptılar...

5 Ağustos 2013 Pazartesi

İKİ KARDEŞİN İBRETLİK HİKAYESİ...





                              Halil İbrahim Berektinin Aslı

Vaktiyle birbirini çok, ama çok seven iki kardeş varmış
Büyüğünün adı Halil....
Küçüğünün ise İbrahim...
Halil, evli ve çoluk çocuğa karışmış.
İbrahim ise daha bekarmış...
Bu iki kardeşin ortak bir tarlaları varmış...
Herzaman ne mahsul çıkarsa, ikiye  pay bölerlermiş..
Böylece geçinip giderlermiş...
Bir yıl, yine buğdayı harman yapmışlar.
Ve herzaman ki gibi ikiye ayırmışlar....
İş kalmış taşımaya....
Halil, hemen bir teklif yapmış :
İbrahim kardeşim ; "Ben gidip çuvalları getireyim. 
Sen de burda buğdayı bekle." demiş.
"Peki abi" demiş İbrahim...
Ve Halil gitmiş çuval getirmeye....
O gidince, şöyle düşünmüş İbrahim:
Abim evli ve üstelik  çocukları var. 
O'nun evine daha çok buğday lazım
Böyle demis ve,
Kendi payından bir miktar atmış onunkine...
Az sonra Halil çıka gelmişelinde çuvallarla.
Haydi İbrahim kardeşim...! 
Demiş, önce sen doldur da, taşımaya başla ambara.
Peki abi...!
İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola..

O gidince, Halil'i düşünür bu defa:
Der ki:
Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.
Ama kardeşim hala bekâr.
O daha çalışıp, para biriktirecek. 
Ev kurup evlenecek.
Böyle düşünerek,
Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.....
Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.
Bu, böyle sürüp gider.....
Ama birbirlerinden habersizdirler.
Nihayet akşam olur.
Karanlık basar.
Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.
Hatta azalmıyor bile....

Hak teala bu hali çok beğenir.
Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki ...
Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.
Çok şaşırırlar bu işe...
Durmadan çoğalır buğdayları.
Dolar tasar ambarları.
İşte, bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adı ise :

"Halil İbrahim bereketi" dir...

DÜNYANIN EN TEHLİKELİ HAYVANI

 
 

SARIKIZ  ÖRÜMCEĞİ

Bu örümceği gördüğünüz zaman, kaçabildiğiniz kadar uzağa kaçın


            Çok tehlikeli bir hayvan, görünüşü aynı örümceğe benziyor, fakat örümcek değil. İki ağzı var ve on tane de bacağı var. Hayvan ısırdığı yere zehrini akıtıyor ve ilk gün fazla belli olmuyor, fakat üç gün sonra ısırdığı yerde küçük bir yarık oluşuyor. Sonra o yarık gün geçtikçe büyüyor, oradaki etler yavaş yavaş eriyor... Sonrasını seyrettiğiniz zaman zaten anlayacaksınız. Çok dehşet birşey, Yüce Rabbim böyle bir belayı kimsenin başına vermesin inşAllah...

3 Ağustos 2013 Cumartesi

EN BÜYÜK GECE ==>> KADİR GECESİ







                    KADRİ  BÜYÜK  GECE

        "HER GELENİ HIZIR, HER GECEYİ KADİR BİL"


              Âlemlerin yaratıcısı yüce Allah’ın, son kitap olan Kur’an-ı Kerim’i vahiy yoluyla kullarına bildirmek için indirdiği gece.
             İslâm dininde tüm zamanlarla ilgili verilen bilgilere göre, en hayırlı ve ayrıcalıklı gece Kadir Gecesi’dir. Kadir Suresi’ne göre:
a) Kurân-ı Kerim bu gece inmeye başlamıştır.
b) Bu gecedeki ibadet, içerisinde Kadir Gecesi bulunmayan bin ayda yapılan ibadetten daha hayırlıdır.
c) Bu gecede yeryüzüne Cebrail ve çok sayıda melek iner.
d) Bu gece tanyerinin ağarmasına kadar esenliktir, her türlü kötülükten uzaktır.


               Yeryüzüne inen melekler uğradıkları her mümine selâm verirler. Yani güvenlikte ve esenlikte olduğunu bildirirler. Kadir Gecesi’nin hangi gece olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber genellikle Ramazan’ın yirmi yedinci gecesinde olduğu tercih edilmiştir. Hz. Peygamber ( S.A.V.) bunun kesinlikle hangi gece olduğunu belirtmemiş, ancak, ünlü hadis kitabı ‘Buhari’de geçen bir hadiste şöyle buyurmuşlardır: “Siz Kadir Gecesi’ni Ramazan’ın son on günü içerisindeki tek rakamlı gecelerde arayınız.”


             Ne yazık ki, insanların bir kısmı o geceyi uykuyla geçiriyor. Bir kısmı birkaç saat ibadet edip uykuya yenik düşüyor. Bir kısmı belki de sabahlıyor, ama zamanını cami ve türbeleri gezerek, televizyondan mevlid ve film izleyerek geçiriyor. Pek azı ise iftardan sabaha kadar istiğfar, dua, Kur'an, salâvat ve namazla meşgul oluyor.

              Biz mü'minler, ne yazık ki, Kadir Gecesi'nin kadrini bilmiyoruz. Bu gece öylesine kutlu bir gece ki, adına özel bir sûre indirilmiş. Bu sûrenin sadece şu ayeti bile değerini anlatmaya yeter:

                  "Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlıdır."

              Aman ya Rabbi! Bu ne muhteşem bir müjde, ne müthiş bir fırsat, ne harika bir ikram!

                  Bunu hakkıyla anlamaktan aklımız, ruhumuz, kalbimiz acizdir.

               Bazı hesaplar yapalım isterseniz. Bakın bu ayet ne derin manalar ihtiva ediyor:

              Bin ayı 12'ye böldüğümüzde 83 rakamı çıkar. Demek ki, bir gece 83 yıldan daha hayırlı, daha faziletlidir.

              83 yıl boyunca ibadet ederek kazanacağınız sevabı, bir gecede kazanacaksınız.

                 Bırakın gaflet içinde geçirmeyi, o tek geceyi değerlendirmek için uyku, hastalık, yorgunluk, seyahat, misafirlik, yoğun iş gibi aklınıza ne kadar engel gelirse gelsin aşıp geçmez misiniz?

                Dilerseniz, bin ayda kaç gece olduğunu görmek için binle otuzu çarpalım. Karşımıza 30 bin rakamı çıkmaz mı?

                Bu demektir ki, bu gece 30 bin geceden daha üstündür.

                 Bunun anlamı açık:

                   Kadir Gecesi'nde yüreğiniz yanarak bir istiğfar mı ettiniz? O bir değil, 30 bin kuvvetindedir.

                  İhlâsla bir Yasin mi okudunuz? Her bir harfine 30 bin sevap alarak, âdeta 30 bin Yasin okumuş gibi oldunuz.

                  Bütün bu gerçekler, her bir harfi bile mûcize olan Kur'an-ı Kerim'in bir ayetinden çıkarılıyor. İşte o bir ayetiyle Rabb'imiz bize bunca müjdeler veriyor.

                       Şimdi o geceyi gafletle geçirebilir miyiz?

                  Acaba, bir alışveriş merkezi, kuruluş yıldönümü anısına, ürünlerinde yüzde 50'ye varan indirim yapsa, sabaha kadar alışveriş yapmaz mıyız? Çünkü bir milyarla iki milyarlık ürün alacağız.

                  Oysa Rabb'imizin Kadir Gecesi indirimi o kadar çok ki, benzerini dünyevî ürünlerde görmek imkânsız.

                    Cenab-ı Hak, cennetteki köşkleri ve sarayları sanki 30 binde bir fiyatına satmaktadır bu gece. Bir köşkün fiyatı 60 bin rekât namaz kılmaksa eğer, bu geceye mahsus o bedel iki rekâta düşüyor.

                   Yine mışıl mışıl uyur musunuz?

                    Eğer o geceyi gaflet içinde geçiriyor veya baştan savma değerlendiriyorsak, bilelim ki, ayağımıza kadar gelen fırsatı kullanmıyor, bize uzatılan af ve inayet elini tutmuyor, itiyoruz.

                   Hastalık, yorgunluk, uyku sizi engellemesin. Evlâdınız yoğun bakımda ise çekilip uyuyabilir misiniz? Asla! Ne kadar uykusuz, yorgun ve hasta bile olsanız hizmetine koşmaktan ve dua etmekten başka bir şey yapabilir misiniz?

                   Peki ya eşiniz, çocuğunuz yoğun bakımda değil de, cehennemlikler listesinde ise kurtulmaları için dua ve ibadetiniz gerekiyorsa, gaflet içinde uyuyabilir misiniz?

               Bu gece akşam namazından sabaha kadar tövbe ve istiğfar ederek, Kur'an ve salâvat okuyarak, farz namazlara evvabin, teheccüt, tesbih namazlarını ilave ederek, Cevşen ve benzeri dualar yaparak geçirmeliyiz.

                Bunun için iftardan sonra çay, kahve gibi uykumuzu kaçıracak ne varsa kullanmalıyız. Nasıl ki, kulağı af haberinde olan idam mahkûmu uyumazsa, biz de Ramazan'ın son on gününde cehennemden kurtuluş bekleyen günahkâr mü'minler olarak ibadete kilitlenmeliyiz. Gerekirse uykumuzu kaçırmak için soğuk suyla abdest almalı, kapımıza kadar gelen bu altın fırsatı kaçırmamalıyız. Ne mutlu Kadir Gecesi'nin kadrini bilip de bu geceyi ibadetlerle ihya edenlere!...
 
                        En Güzel Kadir Gecesi Mesajları
 
***Semanın kapılarının açılıp rahmetin sağanak, sağanak yağdığı bu günde düşen damlaların sizi ailece sırıl sıklam etmesi dileğiyle.Kandiliniz Kutlu olsun.
                                                            ************
 ***Allah’ın aşkıyla yan bu gece, Mevlana gibi dön bu gece, secdeye varıp huzura erince, şu fakiride an bu gece. kandiliniz kutlu olsun.
                                                            ************

 ***En ışıltılı bakışların gözlerinde, en tatlı sözlerin kulaklarında, tüm mutlulukarın avuçlarında ve en sonsuz sevgilerin gönlünce yaşayacağı nice mutlu kandillere.

 ***Kardeşliğin daimi olduğu, sevgilerin birleştiği dostlukların hiç bitmediği, belki durgun, belki yorgun, yine de mutlu, yine de sevgi dolu nice kandillere.

***İlahi Esintilerin kalpleri okşadığı, bir anın bir asra bedel olduğu bu gece dualarda birleşmek dileğiyle, Kandilinizi Kutlarım.

***Gül sevginin tacıdır, her bahar bir gül taçlanır. O gül ki Muhammet’i hatırlatır. Onu hatırlayana gül koklatır. Gül kokulu sevgi dolu nice kandillere…

***Tövbe güvercini kalbe konsun af dalgalar saadet kervana gelip kapında dursun. Bütün Melekler sizinle,Dualarınız Kabul Kadir Geceniz Mübarek Olsun….

***Gün vardır, bin yıldan uzun gelir bize, bir yıl vardır bir günden kısa gelir bize. Bire bin yazilan bu gecede dua edelim Rabbimiz’e! Hayırlı kandiller.
 

 ***Kim erdemine inanarak ve sevabını umarak Kadir Gecesini ihya ederse Allah onun bütün geçmiş günahlarını bağışlar? HADİS”İ ŞERİF?
 
***Talihiniz gözleriniz kadar berrak, kaderiniz bakışınız kadar güzel, umudunuz yarın kadar yakın, yarınınız aşkınız kadar mutlu, aşkınız Kadir kadar mukaddes, dualarınız istediğiniz gibi makbul, Geceniz mübarak olsun...

***Gel ey Muhammed(sav) bahardır, dualar ardında saklı, aminlerimiz vardır. Hacdan döner gibi, Beraat'tan iner gibi gel, gel. Bekliyoruz yıllardır. Kadir Geceniz mübarek olsun!
***Dertlerimiz kum tanesi kadar küçük, sevinçlerimiz Nisan yağmuru kadar bol olsun. Bu mübarek geceniz sevapla dolsun. Kadir Geceniz Mübarek Olsun.

***Gül bahçesine girenler gül olmasa da gül kokarlar, kainatın en güzel gülünün kokusu üzerinizde olsun bu gece. Kandiliniz mübarek olsun

***Konsun yine pervazlara güvercinler, hu hulara karışsın aminler,mübarek akşamdır, gelin ey Fatihalar, Yasinler…. Kadir Geceniz Mübarek Olsun…

***Bugün ettiğiniz bütün dualar göklere yükselip, tek tek kabul olup üzerinize sağanak gibi yağsın inşallah. Kadir Geceniz mübarek olsun.

***Binlerce çiçek var, ama gül başka. Milyonlarca insan var, ama dost başka. Milyarlarca gün var, ama bugün başka, Kadir Geceniz mübarek olsun.

***Bakiler sevgiler adına nice dilekler vardır. Ölümü bile ayrılık saymayan gönüller vardır. Mesafeler araya set çekmişse ne çıkar, dualarda birleşen gönüller vardır. Hayırlı kandiller...

SARI KIZIN HİKAYESİ...




 
 

SARI  KIZIN EFSANESİ

 
 

      "Sarıkız", Çanakkale iline bağlı Ayvacığın bir köyünde ailesi ile birlikte yaşarken,küçük yaşta annesini kaybeder ve babasıyla yaşamaya başlar. Babası da sarıkıza der ki: “Sarıkızım benim, biliyorsun anneni çok severdim, burada benim için çok hatırası var,oyüzden anneni burada unutmam çok zor oluyor.Gel buradan göçelim" der. Ve sonra da Kazdağlarının eteğindeki Güre köyünün yakınlarında bulunan  Kavurmacılar köyüne gelerek oraya yerleşirler. Burada çobanlık yaparak geçimlerini temin ederler. Kısa bir müddet içinde köyde çok sevilirler. Köyün yaşlıları, gençleri sarıkızın babasına akıl danışırlar. Köylüler sarıkızın babasının ermiş olduğunu düşünürler. Aradan yıllar geçer. Sarıkız serpilir, büyür ve çok güzel bir kız olur. Babası da yaşlanır. Aklında hep hacca gitme fikri vardır. Hacca gidebilmek için namazında niyazında sürekli Allah’a yalvarır. Sarıkız babasının bu isteğini yerine getirmesi için onu teşvik eder. Babasına artık büyüdüğünü, kendisine bakabileceğini, artık daha fazla yaşlanmadan hacca gitmesi iyi olacağını  söyler. Babası da kızını komşusuna emanet eder, ve o sene hacca gider. Fakat, o zamanlar hacca gitmek şimdiki gibi uçakla, iki saatte değil, belki üç-dört ay, belki de daha fazla, yaya olarak  gidiliyor.
         Sarıkızın babası hacca gittikten sonra, köyün bütün delikanlıları, Sarıkıza talip olurlar. Ailelerine onu istetirler, fakat, Sarıkız hiçbirine yüz vermez. Onlarda  bu duruma çok kızıp, dedikodu yayarak Sarıkıza iftira ederek ondan intikam almak isterler...
          Sarıkızın babası hacdan dönünce kimse yüzüne bakmaz, selamını almazlar. Sarıkızı teslim ettiği komşusuna bunun sebebini sorduğunda, Sarıkızın kötü yola düştüğünü söyler. Sarıkızın babası çok üzülür, günlerce düşünür. Adet olan hac hayrını da yapamaz. Ozamanın adetlerine göre, köyde yaşayabilmesi için namusunu temizlemesi gerekmektedir. Fakat çok sevdiği kızını öldürmeye de kıyamaz. Sonra ne yapacağına karar verir.  Yanına aldığı birkaç kazla, kızını, kazdağının zirvesine götürüp oraya bırakır. Orada yabani hayvanlara yem olacağını düşünür.
          Aradan birkaç yıl geçer. Bayramiç tarafından gelen yolcuların dağda yollarını kaybettiklerinde, darda kaldıklarında, kendilerine sarı bir kızın yardım ettiğini, yol gösterdiğini, söylerler. Kazlarının olduğunu söylerler. Hatta bu kazların bir gün Bayramiç ovasına inerek, çiftçilerin mahsülüne zarar verdiğini, köylülerin de bu durumu sarıkıza söylemeleri üzerine, Sarıkızın eteğine doldurduğu taşları saçarak, bir avlu oluşturduğunu, kazlarında artık aşağılara inmediğini söylerler... (Kaz avlusu diye anılan bu alanın duvar kalıntıları günümüzde hala varlığını korumaktadır.Yolunuz o tarafa düşerse siz de görebilirsiniz.)
            Bütün bu hikayeleri dinleyen baba, bunun Sarıkız olabileceğini düşünür. Ve bir gün dağın yolunu tutar, zirveye vardığında, duvarlarla çevrili kazların bulunduğu bir alanla karşılaşır. Kızını bugün "sarıkız tepe" diye anılan yerde bulur. Sarıkız, babasını gördüğüne çok sevinir. Ona saygı ve  hürmette kusur etmez. Babası, namaz vakti geldiğinde, namaz kılmak için abdest almak ister. Sarıkız, abdest alması için babasının eline su döker. Babası bu suyun tuzlu olduğunu söyler. Sarıkız da, aceleden yanlışlıkla denizden aldığını söyler ve testisini vadilere doğru uzatır. Yeni doldurduğu suyu babasının eline döker. Babası buz gibi tatlı suyu tadınca, kızının erdiğini,bir evliya olduğunu anlar. O sırada siyah kara bir bulut gökyüzünü kaplar ve  Sarıkız o anda kaybolur. Babası kızının erdiğine, sırrı da açığa çıktığı için kaybolduğuna kanaat getirir. Kızına iftira edildiğini anlar ve o köye ve köylülere beddua eder.
            Bugün artık, Kavurmacılar köyünde yaşayan hiç  kimse kalmamış, muhtar da, köy mührünü, köyde yaşayan kimse kalmadığı için, Kaymakamlığa teslim etmiş ve köyün adı kütükten silinmiştir.
            Sarıkızın babası, üzüntü ile tepelerde dolaşırken, bugün "Baba tepe" denilen yerde ölür. Yöre halkı Sarıkıza ve babasına dağın yassı taşlarını üst üste koyarak mezar yaparlar. Sarıkızın mezarının olduğu tepeye "Sarıkız tepe", Babasının bulunduğu tepeye "Baba tepe" derler. Yöre halkı her yıl ağustos ayında Sarıkızı ve babasını anmak için buralara çıkarlar.

 

 


 

2 Ağustos 2013 Cuma

SANKİ DÜN GİBİYDİ!...


 
 

BİR ZAMANLAR...

                   Sanki Dün Gibi Hatırlıyorum...

                    Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, eskiden çok güzel bir ülkede çok güzel mahalleler varmış. Bu mahallelerin çocukları birbirlerini çok severlermiş. Dışarıdan gelen parolalı bir ıslığa, adeta uçarak aşağı iner, beraber olacakları anları iple çekerlermiş. Kavga etseler de kin tutmaz, her gün yeniden dünyalar
kurarlarmış,güzel güzel oynarlarmış.
                   Herkeste paylaşma duygusu, sevgi ve arkadaşlarını kollama duygusu yavaş yavaş gelişirmiş. O zamanlarda çocuklar okula servis ile değil, köşebaşında
birbirlerini bekleyip, buluşarak okula giderlermiş. Onların yolunu gözlemezmiş hiç bir zaman, evdeki bilgisayar, şehrin en iyi dersanesi, hazırlık kursları falan. Hiç bilmezlermiş; hamburgeri, MTV'yi, İnterneti, cep telefonunu, tetrisi, nintendoyu...Ama duvarların üzerinde sohbet etmeyi, hatıra defterleri doldurup
sevgileri keşfetmeyi çok iyi bilirlermiş. Ve yine bilirlermiş horoz şekercisini, elleri kirli macuncunun tornavida ile koyduğu rengarenk macunları. Çoğu zaman unuturlarmış eve gitmeyi, hava kararınca dayak yemeyi, sonra bir ıslıkla tekrar
aşağıya saklambaç oynamak için kaçmayı.
                 Bilirlermiş, o hakkında türlü şeyler söylenen evdeki garip adamdan korkmayı, küsmeyi, aynı kıza aşık olmayı, torbalarla misket toplamayı, Teksas'ı, Tommiks'i, Konyakçı'yı, Zagor'u...İç içe konan naylon topları, taştan kale direklerini. Üç korner bir penaltıyı. Üzerine apartman yapılan top sahalarını, sonra o apartmana taşınan yeni dostları ve onları kapma yarışını... Otobüsteki biletçileri,
yoğurtçuyu, kalaycıyı, hallacı... Evlerin arkasındaki odun kömür depolarını. Yakar topun yakışını. Sonra mantarlı gazoz kapaklarını, yaldız kazımayı. Yandaki mahalle ile alınan kavgayı ve her kavganın çıkardığı kahramanı-ödleği. İyi bilirlermiş kan kardeşliğini, ip atlamayı, topaç çevirmeyi, çelik çomağı, mahallede maç yapılırken kırılan camları ve bunun için toplanan paraları... Açık hava sinemalarını, frigo buzu...
 

 
                  Sonra, ne olduysa olmuş,  zamanla bu güzel ülkede durumlar değişmeye başlamış. Yaşlar ilerledikçe bu birliktelik, koruma kollama duyguları, bu mahallenin çocuklarının başlarına çok işler açmış. Daha sonra almış yürümüş  işsizlik, hayat pahalılığı, enflasyon, köşeyi dönme, adamını bulma, malı götürme falan derken, herkes yüzünde soluk bir bakış, içinde hayatın yenilgisi,
çaresizlikleri, tatminsizlikleri ile başbaşa kalıvermiş.
                Çocukları mı? Çocukları şimdi koca koca apartmanların arasında, nefes
alınmaz bir havada, evlerinde, bilgisayarın başında sanal bir dünyada, emniyet içinde ve yalnız yaşıyorlar. Anneleri babaları onları çok seviyor. Öyle ki, mikrop
kapmasınlar diye kalabalık ortamlara hiç sokmuyor. Hafta sonları hep
beraber Karum ya da Galleria'dalar. Artık okul servisleri çocukları neredeyse
yataklarından alıyor. Çocuklar trafik kaygısıyla,çalınma korkusuyla
köşedeki markete dahi gönderilmiyor. Babaları ise şirketlerin bilançolarını,
çocuklar da dersane reytinglerini izliyorlar. Hepsi birer test uzmanı olmuş,
sayısal-sözel yuvarlanıp gidiyorlar.

              Seksek oynamayı değil, ama, taban puanları çok iyi biliyorlar. Hayata açılan
pencereleri ise artık Windows 95, 98, XP, Vista, W7, W8... olmuş. Onlar ekrana, ekran onlara bakıyor ve koca bir hayat dışarıda akıp gidiyor...

               Ve artık  şehrin dışında ağaçlar; tırmanacak, salıncak kuracak, kalp kazıyacak mahalle çocuklarını bekliyor. Paylaşmayan, yalnız, bencil, kafesler içinde,
gürbüz, güvendeki çocukları... Hiç sopa yememiş, ağaçtan düşmemiş, topu
yandaki bahçeye kaçmamış, dizlerinde yara kabukları olmamış çocukları...
 

1 Ağustos 2013 Perşembe

ANNE-BABAMA MEKTUP




                      PULSUZ  DİLEKÇE


            Sevgili Anneciğim, Babaciğim; Eğer bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunlari söylemek isterdim:

           Sürekli olarak büyüme ve değişme içindeyim.  Ama şunu unutmayın ki; sizin çocuğunuz olsam da, sizden ayri bir kisilik geliştiriyorum.  Lütfen beni tanımaya ve anlamaya çalışın biraz.

           Herşeyi deneyerek öğreniyorum. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda  bana  biraz özgürlük tanıyın.  Sonra beni her yerde ve  her zaman koruyup kollamaya çalışmayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi ve daha çabuk öğrenirim. Bırakın da  kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü  başka nasıl anlayabilirim?   Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum.  Ama siz bunu hiç önemsemeyin.  Sadece  beni fazla şımartmayın.  Çünkü sonra hep çocuk olarak kalmak isterim.

             Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak yine de siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sonra  sözünüzü tutmayınca, sizlere olan  güvenim azalıyor.

             Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı gördüğünüz zaman beni sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem.  Fakat, hiçbir  kısıtlama yapmayınca da ozaman ne yapacağımı şaşırıyorum.

          Tutarsız davrandığnızı görünce hem bocalıyorum, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum.

          Öğütlerinizden çok, davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz.  Kafanıza takmayın, bunları cabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek, beni derinden yaralıyor ve sürekli tedirgin ediyor.

           Lütfen çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak, nazik ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır.  "Ben senin yaşında iken..." diye başlayan nutukları hep kulak ardı yaparım.

          Küçük yanılgılarımı, büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana arasıra yanılma payı da bırakın. Beni, korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın.

           Yanlış davranışım üzerinde durup, onu düzeltene kadar uğraşın. Ceza vermeden önce beni dinlemeyi deneyin.  Suçumu aşmadığı sürece, cezama katlanabilirim.

           Beni dinleyin.  Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve anlayacağım olsun.

           Beni, yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana güvendiginizi de belli edin, bu beni cesaretlendirir.  Beni destekleyin; hiç değilse çabalamamı övün.  Sakın beni başkalarıyla kıyaslamayın, sonra umutsuzluğa kapılabilirim.

            Benden, yaşımın üstünde gösteren bir olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye de kalkmayın; bana  biraz süre tanıyın. Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce  hemen ürkmeyin.  Beni köşeye sıkıştırmayın; sonra yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele baskalarının yanında onurumu kırıp küçük düşürmeyin. Unutmayın ki, ben de sizi yabancıların önunde güç durumlara düşürebilirim.

            Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin.  Bana özür dilemeniz, size olan sevgimi azaltmaz; tam tersine, beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben, sizleri, herzaman olduğunuzdan daha iyi ve daha değerli görüyorum.  Boşu boşuna, bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye uğraşmayın.  Çünkü, yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur.

 
           Sevgili anne ve babacığım, yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse, bir çoğundan vazgeçebilirim; yeter ki, beni ben olarak seveceğinize olan inancımı sarsmayın.

            Eğer benden "Örnek Çocuk" olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz ana-baba olmanızı istemem.  Daima sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.

            Maalesf sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama inanın, eğer  seçme hakkım olsaydı, yine de sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.
 

                                                                Sevgiler... Çocuğunuz