2 Ağustos 2013 Cuma

SANKİ DÜN GİBİYDİ!...


 
 

BİR ZAMANLAR...

                   Sanki Dün Gibi Hatırlıyorum...

                    Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, eskiden çok güzel bir ülkede çok güzel mahalleler varmış. Bu mahallelerin çocukları birbirlerini çok severlermiş. Dışarıdan gelen parolalı bir ıslığa, adeta uçarak aşağı iner, beraber olacakları anları iple çekerlermiş. Kavga etseler de kin tutmaz, her gün yeniden dünyalar
kurarlarmış,güzel güzel oynarlarmış.
                   Herkeste paylaşma duygusu, sevgi ve arkadaşlarını kollama duygusu yavaş yavaş gelişirmiş. O zamanlarda çocuklar okula servis ile değil, köşebaşında
birbirlerini bekleyip, buluşarak okula giderlermiş. Onların yolunu gözlemezmiş hiç bir zaman, evdeki bilgisayar, şehrin en iyi dersanesi, hazırlık kursları falan. Hiç bilmezlermiş; hamburgeri, MTV'yi, İnterneti, cep telefonunu, tetrisi, nintendoyu...Ama duvarların üzerinde sohbet etmeyi, hatıra defterleri doldurup
sevgileri keşfetmeyi çok iyi bilirlermiş. Ve yine bilirlermiş horoz şekercisini, elleri kirli macuncunun tornavida ile koyduğu rengarenk macunları. Çoğu zaman unuturlarmış eve gitmeyi, hava kararınca dayak yemeyi, sonra bir ıslıkla tekrar
aşağıya saklambaç oynamak için kaçmayı.
                 Bilirlermiş, o hakkında türlü şeyler söylenen evdeki garip adamdan korkmayı, küsmeyi, aynı kıza aşık olmayı, torbalarla misket toplamayı, Teksas'ı, Tommiks'i, Konyakçı'yı, Zagor'u...İç içe konan naylon topları, taştan kale direklerini. Üç korner bir penaltıyı. Üzerine apartman yapılan top sahalarını, sonra o apartmana taşınan yeni dostları ve onları kapma yarışını... Otobüsteki biletçileri,
yoğurtçuyu, kalaycıyı, hallacı... Evlerin arkasındaki odun kömür depolarını. Yakar topun yakışını. Sonra mantarlı gazoz kapaklarını, yaldız kazımayı. Yandaki mahalle ile alınan kavgayı ve her kavganın çıkardığı kahramanı-ödleği. İyi bilirlermiş kan kardeşliğini, ip atlamayı, topaç çevirmeyi, çelik çomağı, mahallede maç yapılırken kırılan camları ve bunun için toplanan paraları... Açık hava sinemalarını, frigo buzu...
 

 
                  Sonra, ne olduysa olmuş,  zamanla bu güzel ülkede durumlar değişmeye başlamış. Yaşlar ilerledikçe bu birliktelik, koruma kollama duyguları, bu mahallenin çocuklarının başlarına çok işler açmış. Daha sonra almış yürümüş  işsizlik, hayat pahalılığı, enflasyon, köşeyi dönme, adamını bulma, malı götürme falan derken, herkes yüzünde soluk bir bakış, içinde hayatın yenilgisi,
çaresizlikleri, tatminsizlikleri ile başbaşa kalıvermiş.
                Çocukları mı? Çocukları şimdi koca koca apartmanların arasında, nefes
alınmaz bir havada, evlerinde, bilgisayarın başında sanal bir dünyada, emniyet içinde ve yalnız yaşıyorlar. Anneleri babaları onları çok seviyor. Öyle ki, mikrop
kapmasınlar diye kalabalık ortamlara hiç sokmuyor. Hafta sonları hep
beraber Karum ya da Galleria'dalar. Artık okul servisleri çocukları neredeyse
yataklarından alıyor. Çocuklar trafik kaygısıyla,çalınma korkusuyla
köşedeki markete dahi gönderilmiyor. Babaları ise şirketlerin bilançolarını,
çocuklar da dersane reytinglerini izliyorlar. Hepsi birer test uzmanı olmuş,
sayısal-sözel yuvarlanıp gidiyorlar.

              Seksek oynamayı değil, ama, taban puanları çok iyi biliyorlar. Hayata açılan
pencereleri ise artık Windows 95, 98, XP, Vista, W7, W8... olmuş. Onlar ekrana, ekran onlara bakıyor ve koca bir hayat dışarıda akıp gidiyor...

               Ve artık  şehrin dışında ağaçlar; tırmanacak, salıncak kuracak, kalp kazıyacak mahalle çocuklarını bekliyor. Paylaşmayan, yalnız, bencil, kafesler içinde,
gürbüz, güvendeki çocukları... Hiç sopa yememiş, ağaçtan düşmemiş, topu
yandaki bahçeye kaçmamış, dizlerinde yara kabukları olmamış çocukları...
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder